TÜRKİYE CANIM FEDA
Menü
Esmâ-ül Hüsnâ
Yozgat Linkleri
Yozgat Valiliği
Yozgat Belediyesi
Yozgat Milli Eğitim Müdürlüğü
Yozgat Kültür ve Turizm Müdürlüğü
Merhaba Yozgat Gazetesi
Yozgat Gazetesi
Yozgat Emniyet Müdürlüğü
Yozgat Sağlık Müdürlüğü
Yozgat Çevre ve Orman Müdürlüğü
Yozgat Bozok Üniversitesi
Yozgat Canlı Yayın
Bekir KIZILAY Cam
Kardeş Siteler
Kardeş Topçu Köyü Sitesi
Türkmen Araplı Köyü Sitesi

Yozgat Topçu Köyü SİTESİ | Topçu Köyü Tanıtım ve Haber Sitesi

efendimizinhayati

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HAYATI

PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU

Abdülmuttalib’in oğulları arasında en güzeli ve en saygını Abdullah’tı. Çünkü yüzünde pırıl pırıl parlayan bir nur vardı. Abdülmuttalib oğlu Abdullah’ıVehb’in kızı Amine ile evlendirmişti. Amine kureyş kabilelerinin en şereflisine mensubdu.


Rivayete göre Amine’nin annesi gece rüyasında Hz. İbrahim’i gördü. Hz. İbrahim ona, kızı Amine’yi Abdullah’la evlendirmesini söylemişti. Amine’nin annesi uyandığında rüyasını kocasına anlattı. Durumu tam da Abdülmuttalib’e haber vereceklerken Abdülmuttalib evlerinin kapısını çaldı ve oğlu Abdullah’ a Amine’yi istedi. Vehb, karısının gördüğü rüyayı Abdülmuttalib’e anlattı. Abdülmuttalib’in verdiği cevapsa çok şaşırtıcıydı. Çünkü aynı rüyayı kendiside görmüştü.
Abdullah ile Amine evlendikleri yıl Mekke’de büyük kuraklık vardı. Mekkeliler büyük sıkıntı ve çaresizlik içindeydiler. Abdullah ve Amine’nin evlendikleri gün Kabe’deki bütün putlar birer birer bulundukları yerlerden devrilmiş ve Mekkeliler gökyüzüne toplanan bulutlarla hasret kaldıkları suya ve bolluğa kavuşmuşlardı.
Amine Rasulullah (S.A.V)’a gebe iken Abdullah ticaret için çıktığı yolda hastalandı ve vefat etti. İnsanlığa önder olacak ve tüm karanlıkları aydınlatacak Nur Muhammed (S.A.V) yetim doğacaktı.
Üzüntü içerisinde olan Amine bir gece rüyasında “Ey Amine sen insanların en güzelini en hayırlısını ve en iyisini doğuracaksın. O doğduğunda adını MUHAMMED koy.” diye bir ses işitti .
Ve Peygamber (S.A.V) Fil yılında Rebiülevvel ayının dokuzuncu veya onikinci günü fecir doğarken dünyaya geldi.
Şimdi isterseniz peygamberimizin doğumunu mübarek annesinin sözleriyle tamamlayalım.
“Doğum anı geldiğinde beyaz bir kuş gördüm.
Gökyüzünden evimize doğru süzülen bembeyaz bir kuş.
Süzüldü süzüldü ve bana yaklaştı.
İçim huzur ve mutlulukla doldu.
Ama öyle susamış öyle susamıştım ki.
Birde ne göreyim melekler bana şerbet dolu billur bir bardak su uzatmıyorlar mı?
Şerbeti kana kana içtim
Baldan tatlı kardan beyaz ve soğuktu.
Biraz sonra evimiz birden bire bir nurla doldu.
İşte o anda Hz. Muhammed dünyaya gelmişti.
Artık dünyanın en mutlu annesi bendim ve hemen rabbime şükrettim.”

SÜT ANNESİNE VERİLMESİ
Yeni doğan çocukların daha sıhhatli ve zeka bakımından daha temiz yetişmelerini temin etmek için Araplar çocuklarını süt annelere verirlerdi. Bu Araplarda yaygın bir adetti. Çünkü Mekke’nin sıcak havası çocukların yetişmesi için pekte uygun değildi.
Kuraklıktan etkilenen Halime Mekke’ye diğer süt annelerden daha geç geldi. Yorgun ve zayıftı. Bütün süt annelerin amacı varlıklı ailelerin çocuklarını almaktı. Ama geç kalan Halime için tek çocuk kalmıştı. O da yetimdi. Alemlere rahmet Muhammed’(S.A.V)’di.
Halime Muhammed (S.A.V)’i yanına aldıktan sonra büyük bir bolluk ve bereket içerisinde yaşadı. Bolluk ve bereket içerisinde geçen beş yıldan sonra artık Muhammed (S.A.V)’i annesine verme zamanı gelmişti. Halime, Muhammed (S.A.V)’i kendisine nasib eden Allah’a şükrediyordu.
Annesinin yanında bulunan Muhammed (S.A.V) dayılarını ve babasının kabrini ziyaret etmek amacıyla annesi ve cariye Ümmü Eymen ile Medine’ye yolculuğa çıktılar. Medine’de bir ay kaldıktan sonra dönüş yolunda EBVA denilen yerde mübarek anne Amine hastalandı ve vefat etti. Nur Muhammed (S.A.V) şimdi hem anasız hem de babasızdı. Anne sininde ölümünden sonra Muhammed (S.A.V)’in bakımı dedesi Abdülmuttalib’e kaldı.
Yaşlı Abdülmuttalib torununa büyük bir merhamet ve şevketle bakıyordu. Elinden geldiğince torununa anne ve babasının yokluğunu hissettirmemeye çalışıyordu. Ama vakit Abdülmuttlib’e ölüm saatinin geldiğini söylüyor ve O’da bu düşüncelerle torununu kime bırakacağının hesabını yapıyordu. Sonuç olarak kendisinin ve belkide en önemlisi torununun rızasıyla dede Abdülmuttalib’den sonra Muhammed (S.A.V)’e amca Ebu Talib bakacaktı. Ve birkaç gün sonra Mekke sokaklarında Abdülmuttalib’in ölüm haberleri yayılıyordu.
Yoksul bir satıcıyken Muhammed (S.A.V)’in gelişiyle şehirler arası ticarete başlayan Ebu Talib Şam’a gitmeye karar verdi. Muhammed (S.A.V)’i kendisine “Amcacım bu şehirde beni kime bırakıp gidiyorsun? Ne babam ne annem ne de bir acıyanım var.” demesi üzerine yanına aldı.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim ise peygamber (S.A.V)’in yetim oluşuna Duha suresi altıncı ayette şöyle değiniliyor:
“O, BİR YETİM OLDUĞUNU BİLİP TE (seni) BARINDIRMADI MI?”

MUHAMMED’ÜL EMİN (GÜVENİLİR MUHAMMET)

Şam yolculuğu sırasında Muhammed (S.A.V) on iki yaşındaydı. Kervan Busra denen bir yerde konakladı. Kafileye sokulan ve yıllardır bir işaret bekleyen Rahib Buheyra Muhammed (S.A.V)’i gördü. O’nda Hıristiyanlık kitaplarında okuduğu son peygamberin alametlerini gördü. Bunun üzerine amcası Ebu Talib’i uyararak Şam’a gitmemelerini Yahudilerin Muhammed (S.A.V)’e kötülük yapabileceklerini söyledi. Ebu Talib ise elinde bulunan bütün malları satıp süratle Mekke’ye döndü.
Muhammed (s.a.v) yirmi yaşındayken ficar harbine katıldı. Savaş, Kureyşlilerle Kays kabilesi arasında Nahle denilen yerde vuku buldu. Savaş sulh yoluyla son buldu.
Ficar harbinden sonra Kureyşin ileri gelenlerinden bazıları bir ittifak meydana getirdiler ve adına “Hilful Fudul” dediler. Bu ittifak ve anlaşmada Mekkeli olsun veya olmasın buldukları her mazluma yardım etmeyi ve hakkını vermeyi karar altına aldılar. Peygamberimizde bu anlaşmada amcalarıyla hazır bulundu.
Kendisine peygamberlik görevi geldikten sonra bu toplantı hakkında şunu söylemiştir:
“Ben, amcalarımla beraber bir anlaşmaya şahit oldum. Abdullah ibni Cud’a’nın evinde yapılan bir anlaşmaya şahit olmuştum. Bana o anlaşma kırmızı develer elde etmekten daha sevimli idi. Şayet, İslam’da da böyle bir toplantıya çağırılırsam hemen icabet ederim.”
Doğruk, dürüstlük ve adalet denince Mekke’de insanların aklına tek isim gelirdi. O’da sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’di. Hz.Muhammed (s.a.v) yirmi beş yaşına gelmiş ve kendisine doğruluk ve dürüstlükten ayrılmayacak birine ihtiyacı olan Hz. Hatice’nin kervanında ticaret için sefere çıkmıştı. Seferden döndüklerinde Hz. Hatice’nin hizmetçisi Meysere başlarından geçenleri Hz. Hatice’ye anlattı. Duydukları karşısında hayrete düşen Hz.Hatice, Hz. Peygamber (s.a.v) ‘e evlenme teklif etti ve böylece iki cihan sultanı Hz.peygamber Hz. Hatice evlenmişti.
Peygamber (s.a.v) otuzbeş yaşında iken Mekke’de her şeyi silen süpüren bir sel baskını oldu. Zaten yılların eskitmiş olduğu Kabe duvarları bu sele dayanamadı. Mekkelikler Kabe’yi onarmaya başladılar. Ve her şey bitmiş; sıra Hacerül Esved taşını yerine koymaya gelmişti. Arada çıkan anlaşmazlığı Hz. peygamberin (s.a.v) isabetli bir kararla neticeye bağlaması büyük bir önem arz etmekteydi.

OKU
Muhammed (s.a.v) putperest Mekke ehlinin arasında sıkılmış, onlarda mevcut olan sapıklıktan bir nebze olsun sıyrılmak ve rahatça düşünebilmek için Hira mağarasında vaktini geçirmeye başlamıştı. Allah’ın kendisine vahyetme vakti yaklaştıkça onunda yalnızlığa olan arzusu şiddetleniyordu. Mağarada kalışlar kimi zaman kısa kimi zamanda bir ay gibi uzun zamanı kapsıyordu. Yine mağarada bulunduğu bir anda Cebrail geldi ve O’na:
-Oku! dedi.
O:
Ben okumak bilmem, dedi.
Rasulullah (s.a.v) devamını şöyle dile getiriyor.
-Sonra melek beni tuttu ve şiddetle sıktı. Takatim kesildi, beni bıraktı ve:
-Oku, dedi.
Ben
-Okumak bilmem,dedim.
Beni ikinci defa tuttu ve sıktı. Takatim kesildi. Sonra yine bıraktı ve:
-Oku, dedi.
Ben
Okumak bilmiyorum, dedim üçüncü defa beni şiddetle tuttu, sıktı bıraktı ve nihayet şu ayetleri okudu:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.
O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.
Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.
Ki, O, kalemle öğretendir.
İnsana bilmediğini öğretti.”
Rasulullah (s.a.v) titreyerek ailesine döndü ve Hz. Hatice’ye:
-Beni örtün! beni örtün! dedi.
Korkusu gittikten sonra başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlattı.
Aralarında geçen konuşmadan sonra Hz. Hatice Rasulullah (s.a.v)’ı alıp
amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e götürdü. Varaka Rasulullah (s.a.v)’ı dinledikten sonra O’ na şöyle dedi:
“Bu gördüğün Allah’ın Musa’ya gönderdiği Cebrail (a.s)’dır. Ah, sana peygamberlik geldiği zaman genç olsam kavmim seni çıkaracağı zaman hayatta bulunsam.”
Varaka, Rasulullah (S.A.V)’ın Mekke’den çıkarılacağını söylüyordu. Peygamber (s.a.v) şaşkındı. Doğup büyüdüğü bu güzel şehirden birgün zorla ayrılacaktı.
İlk vahyden kırk gün sonra ikinci vahy geldi. Peygamber (s.a.v)’e görevi söyleniyordu. İnsanları Allah’a inanmaya çağıracaktı. Kendisine ilk inananlar: hanımı Hz.Hatice, amcasının oğlu Hz.Ali, arkadaşı Hz.Ebubekir, Zeyd bin Harise, Zubeyr ibni Avvam, Abdurrahman ibni Avf…
Her yıl Kabe şimdi olduğu gibi peygamber (s.a.v) zamanında da insanlar tarafından ziyaret ediliyordu. Peygamber (s.a.v) bu olaydan yararlanmak istedi ve gelen insanlara İslamı anlatıyordu. Tabi ki müşriklerde boş durmuyor, peygamber (s.a.v) ile alay ediyorlardı.
Yollarına dikenler koyuyorlar, çöplerini kapısının önüne döküyorlardı. Hatta o kadar ileri gittiler ki peygamber (s.a.v) Kabe’de namaz kılarken üzerine hayvan pisliği bile döktüler. Ama yaptıkları tüm eziyetler inananların artmasını engellemiyor, haklı davasında peygamber (s.a.v)’in geri adım atmasına sebep olmuyordu. Yaptıkları onca teklife karşı peygamber (s.a.v) onlara şu cevabı veriyordu.:
“… Allah’a yemin olsun ki; bu davadan vazgeçmem için güneşi sağ elime ay’ı da sol elime koysalar, bu yolda ölünceye veya Allah onu üstün getirinceye kadar asla bu davadan vazgeçmeyeceğim.”
Şimdi isterseniz Müslümanlara yapılan işkencelere bir örnek verelim.
Umeyye bin Halef adında bir adamın kölesi olan Bilali Habeşi efendisi tarafından öğle vakti güneş adam akıllı kızdırmaya başladığında O’nu Mekke’nin sahrasına çıkarır kızgın kumlara yatırır ve üzerine de kayalar koyardı.ve Bilal’e:
-Hayır! Hayır! Ya Muhammed’i inkar ederek Lat ve Uzza’ya ibadet edersin yada işkence sen ölünceye kadar devam eder.
Hz. Bilal ise:
-Allah birdir! Allah birdir! Diye cevap veriyordu.
Yine birgün Hz. Bilal’e işkence edilirken Umeyye’nin yanına gelen Hz Ebu Bekir ona şöyle dedi:
Ey Umeyye! Bu zavallı hakkında Allah’tan korkmuyor musun? Ne zamana kadar ona işkence edeceksin?
Umeyye Hz Ebubekir’e:
Onu yoldan sen çıkardın şimdi de onu gördüğü işkenceden sen kurtar,
dedi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir Hz. Bilali satın aldı ve onu özgürlüğüne kavuşturdu.Cenabı Hak ise Hz Ebubekir’in yaptığı bu işe Kur’an-ı Kerim’de şöyle değiniyor:
“Halbuki (şirkten ve günahlardan) çok sakınan, malını (sırf allah nezdinde) temizlemek için veren ondan uzaklaştırılacaktır. Onun nezdinde bir kimsenin (Allah tarafından)mükafat edilecek hiçbir nimet (ve minneti) yoktur. O
(bunu) sırf o çok yüce Rabbinin rızasını aramak (için yapmıştır).herhalde kendiside ileride hoşnud olacaktır. (leyl suresi)
HABEŞİSTAN’A HİCRET
Kimi Müslümanlar şehadet şerbetini içerken; kimileri özgürlüğüne kavuşuyor, kimileri de mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de haklarındaki övücü ayetlerle şerefleniyorlardı.
Yapılan işkenceler Müslümanları caydırmaya sebep olmuyor, bilakis İslam’a daha sıkı tutunmalarına sebep oluyordu. Ama bunca eziyet karşısında peygamber (s.a.v) düşünmüyor değil Müslümanları bir nebze olsun rahatlatmanın formülünü arıyordu. Birkaç zaman sonra peygamber (s.a.v) Müslümanlara Habeşistan’a gitmelerini söyledi. Habeş kralı adaletli bir insandı. Kendisine gelen Müslümanlara krallığı sınırları içerisinde serbest olduklarını söyledi. Bu haberin peygamber (s.a.v)’e iletilmesiyle ilk giden kafileyi diğer kafilelerde takip etti.
Müşrikler Müslümanların gidişine sinirlenmişler ve hal çaresi olarakta Habeşistan’a gitmeye karar vermişlerdi. Hazırlıklar yapıldı ve müşrikler Habeşistan kralının karşısına gösterişli ve büyükçe hediyelerle çıktılar. Krala mazeretlerini anlattılar. Kraldan ülkesinde bulunan müslümanalrı istiyorlardı. Krala hitaben müşrikler: ”Bunlar kendi kavminin dinini terk ettiler. Senin ve bizim bilmediğimiz bir dine uydular. Burada bulunanlar sana ve krallığına zarar verebilir,” diyerek kralı yanıltmaya çalıştılar. Kral ise müslümanların kendilerini savunmak için aralarından bir sözcü seçmelerini istedi. Müslümanlar Cafer bin Ebi Talib’i seçtiler. Kralın, müşriklerin ve müslümanların aralarında geçen konuşmalardan sonra kral vardığı sonucu şu kelimelerle diline döküyordu:
“Ayrılın gidin! Allah’a yemin olsun ki, onları size teslim etmeyeceğim.” Müslümanlarsa bu olay karşısında Allah’a şükrediyorlardı.
Kureyş kafirlerinin başvurduğu çareler ve hazırladıkları tuzaklar boş çıkınca artık açık açık peygamber (s.a.v)’i tehtit ve O’nu öldürmeye kadar ileri gittiler. Ama Ebu Talib kafirlerin bu kararını öğrenince Abdülmuttalib’in oğullarını topladı ve Rasullulah (s.a.v) ‘ı Mekke’nin eteğinde bir dağ yamacında korumalarını emretti.
Kureyş kafirleri Abdülmuttalibin oğullarının Rasulullah (s.a.v) ‘ı koruduklarını öğrenince onlara karşı bir boykot yapmaya karar verdiler. Kafirler arasındaki bu anlaşma bir levhaya yazılarak Kabe’nin duvarına asıldı. Buna göre müşrikler kız almayacaklar ve kız vermeyecekler, alış-verişte bulunmayacaklar ve müslümanlarla ilgili her türlü sosyal ilişkilerini keseceklerdi. Rasulullah (s.a.v) büyük zorluklara göğüs germiş hatta öyle zamanlar oluyordu ki; müslümanlar aç karınlarını ağaç yapraklarıyla doyurmak zorunda kalıyorlardı. Bu boykot tam üç yıl sürdü. Sonunda müşriklerin bazıları yapmış oldukları anlaşmayı bozdular. Ve böylece müslümanlar biraz olsun rahatlamışlardı.

TAİF
Rasulullah (s.a.v) müslümanların üzerindeki yükü hafifletmek ve kendilerine de destek bulmak amacıyla Taif’e gidip oradaki insanları İslam’a davet edecekti. Böylece İslam gönüllerdeki sınırını genişletecekti. Taif’e gitmek için hizmetkarı Zeyd bin Harise ile yola koyuldu. Taiflilere tebliğde bulundu. Fakat Taif halkı onlara hiçte hoş bir şekilde davranmadı. Birkaç çapulcu ve çocuğu peşlerine salıp onları taşladılar. Rasulullah (s.a.v.)’ın mübarek ayak topukları kanadı.
Peygamber (s.a.v) Mekke’ye dönmüştü. Çıktığı Taif seferinde sadece bir kişiyi müslüman olma şerefine ulaştırmışlardı. Müşriklerse müslümanlara ve Rasulullah (s.a.v)’a yaptıkları eziyete kaldıkları yerden devam ediyorlardı.
Birgün Hz.Hamza avdan dönmüş Kabe’ye doğru ilerliyordu. Yanına gelen yaşlı bir kadın ona Ebu Cehil’in Peygamber(s.a.v)’e yaptıklarını anlattı. İşittikleri karşısında bir hayli sinirlenen Hz.Hamza soluğu peygamber (s.a.v)’e yaptıklarını alaylı bir biçimde anlatan Ebu Cehil’in yanında aldı. Yanından ayrıldığında ise Ebu Cehil kanlar içerisinde yere uzanıvermişti.
Hz.Hamza Peygamber (s.a.v)’in yanına gitti. Ebu Cehil’e yaptıklarını anlattı ve Peygamberimize (s.a.v) sevinip sevinmediğini sordu. Aldığı cevap ise Hz. Hamza için beklenmedikti;”ancak sen müslüman olursan beni sevindirebilirsin.” Bu söz karşısında şaşırmıştı Hz.Hamza. Karmakarışık olan kafası sabahın ilk ışıklarıyla duruluyor ve Hz.Hamza İslam’ın nurlu yoluna katıldığını ağzından dökülen sözcüklerle açıklıyordu.
…Eşhedü enlailaha illalah ve eşhadü enne muhammeden abduhu ve rasuluhu …
Müşrikler büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Artık kesin olarak bu işin bitmesi Muhammed (s.a.v)’in öldürülmesi gerekmekteydi. Bu işi verdikleri büyük mükafatlar karşısında Hz.Ömer kabul ediyor Hz.Muhammed (s.a.v)’i öldüreceğini söylüyordu. Fakat herşey planlanan gibi olmadı Hz.Muhammed (s.a.v)’i öldürmeye giden Hz. Ömer de müslüman oluyor ve müşrikler beklenmedik bir yara daha alıyordu.
İslamiyet açısından Hz. Ömer’in müslüman olması büyük önem arzetmekteydi. Çünkü Hz. Ömer’le birlikte sayıları kırkı bulan mslümanlar Kabe’de topluca namaz kıldılar.
Bu arada peygamberimizi çocukluktan beri koruyan ve ona her zaman destek çıkan Ebu Talib vefat ediyor onu peşinden Hz. Hatice’nin de vefatı yaşanıyordu. Müslümanlar bu üzücü olayları yaşadıkları yıla hüzün yılı adını verdiler. Müşriklerse bu iki ölüm haberini büyük bir coşkuyla kutladılar.

İSRA VE MİRAÇ
Belkide Taif’de taşlanan Peygamber (s.a.v)’e Cenab-ı Hak tarafından verilen bir mükafattı mirac. Geceleyin Peygamber (s.a.v) Mekke’den Kudus’e gitmiş ve oradan da yedi kat semaya yükselmişti. Peygamberlerle birlikte namaz
Kılmıştı. Bu gece gerçekleşen en önemli olay ise peygamber (s.a.v)’in Cenab-ı Hak ile hem konuşup hem de görüşmesiydi. Miractan dünüşte müslümanlara anlatılacak çok şey vardı. Başımızın tacı, dinimizin direği namaz bu gecede günde beş vakit olmak üzere farz kılınmıştı.
Peygamber (s.a.v) mirac gecesi yaşadıkları Mekke müşrikleri tarafından da konuşuldu. Müşriklerin sorduğu bütün sorulara somut gerçekler üzerine doğru cevaplar veren Peygamber (s.a.v)’e yine inanmadılar. Bu olay onların azgınlıklarının daha da artmasına neden oldu. Peygamber (s.a.v)’i büyücülükle suçladılar. Kur’an-ı Kerim’de ise Peygamber(s.a.v)’in miraca çıkması ile ilgili şu mübarek ayet yeralmaktadır.
“Kulunu (muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan (alıp) Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah, her türlü noksanlıklardan) münezzehtir. (o Mescid-i Aksa ki) biz onun etrafına (feyz) ve bereket verdik (ve bu gece yolculuğunu) ona (o peygambere) ayetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki O, (asıl) O (herşeyi) hakkıyle bilen (herşeyi) kemaliyle görendir.”(İSRA_1)
Mekkeli müşriklerin bulundukları sapık yolda kararlı olmaları, Peygamber (s.a.v)’in yaptığı tüm uyarıları ve tebliğleri kulak ardı etmeleri Peygamber (s.a.v)’i değişik yönlerden insanları İslam’a çağırmaya yöneltti.
Panayır zamanlarında Mekke büyük kalabalıklara ev sahipliği yapardı. Peygamber (s.a.v)’de bundan yararlanmak istedi. Medineli bir grubun yanına gitti. Onlara Allah’ın ayetlerini okudu ve İslam’a davet etti. Onlarsa insanı derinden etkileyen ve bu güne kadar eşi benzerine rastlamadıkları ayetleri duyunca İslam’ın nurlu kapısından içeri girmekten başka bir yol bulamadılar. Gönül rızası içinde İslam’ı kabul ettiler.
Rasulullah (s.a.v) medinelilere hoca olması için Hz. Musab (r.a)’ı görevlendirdi.
Bir yıl sonra medineliler Akabe’de Rasulullah (s.a.v) ile yine buluştular şimdi daha kalabalıktılar ve Mekke’deki müslümanları Medine’ye davet ediyorlardı. Rasululah (s.a.v)’de onların bu teklifini kabul etti. Müslümanlara gizlice hazırlanmaları emrini verdi. Müslümanlar kendilerine engel olmak isteyen müşrikler arasından yavaş yavaş, gurp grup, kafile kafile ayrılıyor ve Medine’nin yolunu tutuyorlardı. Artık şehirde müslüman olarak sadece Hz. Muhammed (s.a.v), Hz Ebubekir ve Hz Ali vardı.

HİCRET
Ebu Cehil Hz Muhammed (s.a.v)’den kurtulmanın yolunu bulmuştu. Tüm kabilelerden bir kişi gelecek ve geceleyin Hz Peygamber (s.a.v)’i Medine’ye doğru yola çıkarken öldüreceklerdi. Böylece müslümanlarda tüm kabilelere karşı savaşmayı göze alamayacaklardı.
Ama müşriklerin planı olduğu gibi Allah’ın da bir planı vardı.
Müşrikler gece evin etrafını sardılar. Peygamber (s.a.v ), Hz Ebu Bekir ile kapıya çıktılar. Rasulullah (s.a.v) yerden bir avuç toprak aldı ve müşriklerin üzerine attı, aralarından geçerek Mekke’den uzakalşmaya başladılar.
Gün ağarmaya başlamış ve Ebu Cehil nöbet bekleyen müşriklerden sevindirici haberi! almaya gelmişti. Hep beraber evin içine girdiler Rasulullah (s.a.v)’ın yatağında biri yatıyordu. Rasulullah (s.a.v) zannettiler ama üzerindeki hırkayı kaldırdıklarında karşılarına Hz Ali çıktı. Ebu Cehil sinirden küplere binmiş ve hemen ellerinden kaçırdıkları Peygamber (s.a.v) ve Hz . Ebu Bekir’in peşine düştüler.
Peygamber (s.a.v) ve Hz. Ebu Bekir bir mağaraya sığındılar. Müşrikler izlerini bulmuş ve mağaranın ağzına kadar gelmişlerdi ki, onlar daha gelmeden mağaranın ağzına bir örümcek ağ kumuş ve bir güvercinde yumurtlamıştı. Böylece bu mağaraya aylardır hiç kimsenin girmediği imajı veriliyordu.müşrikler bu ilahi oyuna aldanmışlar ve mağaranın ağzından geri dönmüşlerdi.
Mekke sokaklarında dolanan Ebu Cehil: “Muhammed (s.a.v)’i öldürene yüz altın ve yüz deve” diye bağırıyordu. Süraka adında iyi iz süren biri,verilecek olan ödülü almak için Allah Rasulü (s.a.v)’nün peşine düştü. Ve onlara bir müddet sonra yetişti. Tam onları yakaladığı anda atı dizlerine kadar kumlara gömüldü. Peygamber (s.a.v)’e kutulmak için yalvaran Süraka daha sonra da oracıkta müslüman oldu.
Ebu Bekir’in endişelerini “Allah bizimle beraberdir” diyerek yatıştırıyordu Allah’ın Rasulu (s.a.v). Evet. Allah onlarla birlikteydi.
Yaşadıkları, bir güvercin ve bir örümceğin yaptıklarından ibaretti.
Yaşadıkları, müşriklerin örümcek ve güvercine mağlup olmalarından ibaretti.
Yaşadıkları, kendilerinin Allah’a olan eşsiz tevekküllerinden ibaretti.
Dolunay, veda dağlarının ardından bize doğdu.
Allha’a çağıran bulundukça şükretmek bize vacip oldu.
Ey bize gönderilen peygamber!
Sen itaat olunan emirle geldin.
Böyle karşılıyordu Peygamber (s.a.v)’i Medine. Sevinçten yürekleri duracak gibiydi. İki cihan sultanı artık Medine’deydi.

BEDİR SAVAŞI
Bir mescid yapılana kadar Rasulullah (s.a.v) Hz Eyyub el-ensari’nin
evinde kaldı. Ensar ve muhacir birbirini kardeş kabul ettiler.Evlerini, bağlarını ve ellerinde ne varsa Mekke’den gelen din kardeşleriyle paylaşıyorlardı.
Bu noktada günümüzde “Müslümanların bir Medine’si yok” diyen kardeşlerimize, acizane, Peygamber (s.a.v) hicret etmeden önceki mekkeli müslümanlar gibi olamanın gerekliliğini hatırlatıyorum.
Müşrikler Medine’li müslümanların karşısına güçlü çıkmak için büyük bir kervan hazırladılar. Bunun haberini alan Peygamber (s.a.v) kervandan haber alması için iki kişi görevlendirdi. Kervanın başında bulunan Ebu Süfyan müslümanların kendilerinden haberdar olduklarını öğrenince da Mekke’ye haber yolladı ve Mekke’deki müşriklerin savaşa hazırlanmasını istedi.
Mekkeliler büyük bir ordu toplamış ve Bedir’e doğru yola çıkmıştılar. Müslümanlar üçyüz onüç kişiyken, müşrikler bu sayının üç katı büyüklüğünde bir orduya sahiptiler.
Savaş başlamış ve müşrikler karşılarındaki müslümanlara boyun eymek zorunda kalmışlardı. Müşrikler beklemedikleri bir hezimete uğradılar.
Mekkeli müşriklerden yetmiş tane ölü vardı. Müslümanlar ellerindeki esirleri fidye karşılığında sebest bırakıyor, fidye verecek durumda olmayanlardan ise okuma-yazma bilenleri on tane müslümana okuma-yazma öğretme karşılığında serbest bırakıyorlardı. İlk ayeti “Oku” olan mübarek kitabımızın ve ona uyan insanların eğitime ne kadar önem verdikleri bu eşsiz olayla kanıtlanmış oluyordu.
Cenab-ı Hak (c.c) ise yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Bedir savaşına şöyle değiniyor:
“Hakikaten Allah, sayıca ve hazırlıkça az olduğunuz halde Bedir’de sizi muzaffer kıldı.” (AL-İ İMRAN_123)
Bedir’de beklemedikleri bir hezimete uğrayan Mekke müşrikleri Ebu Süfyan komutasındaki kervandan elde ettikleri gelir ve diğer kabilelerden bulmuş oldukları yandaşlarla sayıları üçbini bulan br ordu hazırladılar.
Müşriklerdeki bu hazırlıkların haberini alan Hz. Peygamber (s.a.v), ashabıyla her zamanki gibi istişare yaptıktan sonra ashabın isteği üzerine meydan savaşı yapmaya karar verdi. Halbuki peygamber (s.a.v) Medine’de kalınmasını erkeklerin harb ederken kadınların ve çocuklarında arka taraftan taş atmalarını planlamıştı. Ama Bedir’e katılmayanların ve gençlerin isteği üzerine meydan savaşı kararı çıktı.
Müslümanlar ilk etapta bin kişilik bir orduya sahiptiler. Fakat daha sonra münafıkların ordudan ayrılmalarıyla bu rakam yediyüze düştü. Bedir’de olduğu gibi Uhud savaşında da müslümanlar sayıca müşriklerden azdılar.

EMRE İTAAT
Müslüman ordusu yerini almıştı. Uhud dağına bir grup okçu koyulmuş başlarınada Abdullah ibni Cubeyr getirildi. Peygamber (s.a.v) kendisinden bir emir gelinceye kadar dağı terk etmemelerini söyledi.
Az olan sayılarına rağman müslümanlar büyük kahramanlıklar gösteriyor ve savaş meydanında geçirdikleri her dakikayla müşriklerin kalplerine korku salıyorlardı.
Müşrikler geri çekilmeye başlamış ve bunun üstünede müslümanlar ganimete yönelmişlerdi. Bunu gören dağdaki grup savaşı kazandık düşüncesiyle bulundukları yerden ayrılarak Peygamber (s.a.v)’in kendilerine vermiş olduğu emrin dışına çıktılar. Dağda mevzilenmiş grubun kumandanı Abdullah ibni Cubeyr (r.a)’ın bütün ikazlarına rağmen dağda çok az kişi kalmıştı. Bunu fark eden müşriklerin kumandanı Ebu Süfyan dağa doğru emrindeki birlikle hareket etti. Dağda bulunan az sayıdaki müslümanda burada şehit oldu. Şimdi müslümanlar kaçmaya başlıyan müşrik ordularının da cesaretlenerek geri dönmesiyle iki ateş arasında kalmışlar ve böylece kazanacakları bir savaşı kaybetmek zorunda kalmışlardı.
Savaş esnasında Rasulullah (s.a.v)’ın yüzü ve dudağı yaralanmış, azı dişi ve ön dişleir arasındaki dişi kırılmıştı. Bir ara Peygamber (s.a.v)’in öldüğü söylentisi yayılınca müslümanlar moral olarakta büyük çöküntü yaşadılar.
Savaş sonunda müslümanlardan yetmiş kişi şehit olmuştu. Bu şehitlerin arasında Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in amcası Hz Hamza’ da bulunuyordu.
Hind adında bir kadın tarafından özgür olma vaadiyle tutulan Vahşi adında bir köle Hz Hamza’yı şehit etmiş ve Hind’de Hz. Hamza’nın cansız bedenine canice eziyetlerde bulumuştu.
Kur’an-ı Kerim’de ise Uhud savaşına şöyle değiniliyor:
“(Ey mü’minler),gevşemeyin, mahzun olmayın. Siz eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınıza galib ve onlardan) çok üstünsünüzdür.
Eğer size (Uhud’da) bir yara değmiş bulnuyorsa (Bedir’de) o kavme de o kadar yara değmiştir. O günler (öyle günlerdir ki) biz onları insanlar arasında (gah lahlarine, gah aleyhlerine olmak üzere elden ele ve nöbetleşe nöbetleşe) döndürür dururuz. (Bu da ) Allah’ın (ezeldeki) ilmini, ,iman edenlere açıklaması, içinizden şehitler edinmesi, mü’minleri tertemiz yapıp kafirleri helak etmesi içindir. Allah, zalimleri sevmez.” (AL-İ İMRAN_139-141)

HENDEK SAVAŞI
Yaratılalı beri zulüm, fesad, işkence ve aşırılık gibi kavramlarla birlikte anıldı yahudiler… Kendilerine gönderilen peygamberi bile öldürmüşlerdi. Allah’ın onları affetmesi onların bir daha ki sefere daha çok sapıtmalarına sebep oluyordu.
Medine’deki yahudilerin bir kısmı yaptıkları aşırılıklar nedeniyle şehirden çıkarılmışlardı. Onlar o kadar ileri gittiler ki peygamber (s.a.v)’e “bize islamı anlat “ maskesi altında davet etmişler ve verdikleri yemeğe de zehir koyacak kadar küçülmüşlerdi.
Kovulmuşluğun verdiği acıyla Mekkeli müşrikleri daha çok ve etkili bir şekilde kışkırtmaya başladılar. Müşrikler yahudilerle ortak olmuşlar ve aralarında yaptıkları anlaşmayla da müslümanlara karşı beraber hareket etmeyi kararlaştırmışlardı.
Tekrar büyük bir ordu topladılar ve müslümanları Medine’den atmak; birtek müslüman kalmamacasına savaşmak üzere Medine’ye doğru yola çıktılar.
İslam dşmanlarının Medine’ye doğru yola çıktığının haberini alan peygamber (s.a.v) hemen ashabıyla durum değerlendirmesi yaptı. Ashabın bir kısmı Medine dışına çıkıp göğüs göğüse çarpışmayı teklif ettiler. Fakat içlerinden birisi yani Selman-ı Farisi (r.a) Medine etrafına büyük bir hendek kazılması fikrini ileri sürdü. Ortaya atılan fikir müslümanlar tarafından büyük bir ilgi gördü. Çünkü o zamana kadar Arabistan Yarımadası’nda böyle bir taktikle savaş yapan bir kavme rastlanılmamıştı.
Hendek, hüküm süren büyük kıtlığa ve kuraklığa rağmen kazılmaya başlandı. Hendeği kazarken müslümanlar büyük eziyetler çekmişler aç olan karınlarını taş bağlayarak avutmaya çaılşmışlardır.
Hendek kazılırken büyük bir kayayla karşılaşılmış ve durum peygamber (s.a.v)’e iletilmişti. Kayanın başına gelen peygamber (s.a.v) besmele çekerek kayaya vumuş ve kayadan çıkan kıvılcımların Yemen, İran ve Istanbul’un fethine işaret olduğunu söylemiştir. Hendek yer yer on metre genişlikte ve on metre derinliğe sahipti.
Hendek tamamlanmış ve düşman Medine’ye gelmişti. Müşriklerin hepsi şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Uzun süren kuşatma sonuç vermiyor ve her geçen gün aleyhlerine işliyordu.
En sonunda Allah’ın yardımıyla bir gece büyük bir fırtına çıkmış ve müşrikler Mekke’ye geri dönmek için birbiriyle yarışır olmumuşlardı.

BÜYÜK FETİH HUDEYBİYE
Hicretin üzerinden altı sene geçmiş ama müslümanlar daha Kabe’yi ziyaret edememişlerdi. Rasulullah (s.a.v)’ın teklifi üzerine müslümanlar toplandılar Kabe’yi ziyaret için yola koyuldular.
Haberi alan kureyşliler peygamber (s.a.v)’in Kabe’yi ziyaret etmesine izin vermediler. Bu arada Rasulullah (s.a.v) Hudeybiye’ye gelmiş ve konaklamıştı. Rasulullah (s.a.v), amaçlarını kureyşlilere bildirmek ve yapmaya niyetlendikleri haccın şartlarını müzakere etmesi için Hz. Osman (r.a)’ı kureyşlilere yolladı. Ancak Hz osman (r.a) dönmediği gibi müslümanlara da öldüğü haberi geldi.
Bunun üzerine ashabını toplayan Rasulullah (s.a.v) İslam yolunda bütün herşeylerini verecekleri hatta gerekirse canlarını bile bu yolda verebilecekleri üzerine ashabıyla birlikte yemin ettiler. İşte bu olay Rıdvan Bey’atı olarak bilinir. Kur’an-ı Kerim ise olaya şöyle temas ediyor:
“ And olsun ki, Allah, ( Hudeybiye’de) ağacın altında sana bey’at ettikleri vakit, mü’minlerden razı oldu. Onların kalplarindeki sadakati bildi de, üzerlerine huzur ve suküneti indirdi ve kendilerine yakın bir zafer bahşetti. ( bu zafer Hayber’in fethidir ). ( FETH SUREESİ_18)
Müslümanlar savaşa hazırlandıkalrı esnada Hz. Osman (r.a)’ın öldürülmediği haberi geldi. Müşrikler müslümanlarla anlaşma yapmak istediler. Ve sonuçta bir anlaşma yapıldı. Buna göre;
1-O yıl müslümanlar Medine’ye geri dönecekler.
2-Ertesi yıl Mekke’ye hacc için gelebilecekler ancak üç gün kalabilecekler.
3-Müslümanlar mekkeli hiçbir müslümanı Medine’ye kabul etmeyecekler. Mekke’de kalmak isteyene de engel olmayacaklar.
4-Mekkli bir müslüman Medine’ye giderse geri iade edilecek. Fakat Medineli müslüman Mekke’ye girerse, Medineli müslümanlara iade edilmeyecek.
5-Kureyşliler müslümanlara saldırmayacak, müslümanlara karşı başkalarına yardım etmeyecek. Müslümanlar bir diğer grupla savaştığında da tarafsız kalacak.
Bu maddeler müslümanların aleyhine gibi gözüküyordu. Müslümanların birçoğu kızgın ve üzgündü. Ama uzun dönemde müslümanların rahat bırakılması açısından hayırlı olmuştur. Kur’an-ı Kerim olaya şöyle değinir:
“ Biz sana apaçık bir zafer verdik. Ta ki Allah, senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın ve sana olan nimetini tamamlasın ve seni doğru yola iletsin. Ve Allah sana şanlı bir zafer versin.” (FETH SURESİ_1-3)

DE Kİ: HAK GELDİ BATIL ZAİL OLDU
İsterseniz Hudeybiye anlaşmasının nasıl sona erdiğini birde ashabın söyledikleriyle öğrenelim:
“ Hudeybiye anlaşması nedeniyle harb durdu, sukunet devresi başladı, insanlar birbirnden emin oldu. Bu sebeple birbirleriyle buluşup bir araya geldiler. İslam hakkında görüşmelere ve münazaralara başladılar. Bu müddet içerisinde islam hakkında kendisiyle görüşülen her akıl sahibi müslüman oldu. Evet, bu iki sene içinde islam’a girenlerin sayısı, daha evvel girenler kadar hatta daha fazla idi. Rasulullah (s.a.v)’ın Hudeybiye’ye sadece bin dörtyüz kişiyle gitmesi, iki sene sonra da Mekke’nin fethine onbin kişi ile gitmesi buna apaçık bir delildir.”
Abdullah ibni Mesud (r.a)’dan rivayet olunduğuna göre o şöyle söylemiştir:
“Sizler fethi, Mekke’nin fethi olarak kabul ediyosununz. Halbuki bizler, Hudeybiye sulhunu feth olarak kabul adiyoruz.”
Evet, ashabında söylediği gibi silahlar susmuş ve bu sakin ortamda akıllar islam üzerine rahatça tefekkür etmeye başlamıştı.
Anlaşmanıın yapılmasıyla müslümanlar biraz daha olsun rahat ve güvene kavuştılar. Bu sakin ortamda Peygamber (s.a.v) doğudaki ve batıdaki hükümdarlara mektup yazarak onları islama davet etti.
Mekkeli müşriklerin Hudeybiye anlaşmasını ihlal etmeleri üzerine Rasulullah (s.a.v) sayısı onbini bulan bir orduyla Mekke üzerine yürüdü. Ama hiç kimseye ordunun istikametini söylemedi. Hicri sekizinci yılda ramazanın onunda Mekke’ye doğru yola çıktı.
Mekkeliler İslam ordularına karşı oyamadılar. Ve Mekke savaşılmadan fetholundu. Rasulullah (s.a.v) Mekke’deki din düşmanlarına karşı iyi davrandı. Onların daha önce yapmış oldukları büün kötülükleri affetti. Hatta onların arasında Peygamber (s.a.v) efendimizin amcası Hz. Hamza’nın katili vahşi de bulunuyordu. Ama bu yüce din hz. Vahşi’yi de kendi sınırları içine alıyordu.
Peygamber (s.a.v) ‘in bu davranışına Kur’an-ı Kerim de şöyle değiniliyor:
“Allah’ın yardımı ve feth geldiği ve insanlar dalga dalga Allah’ın dinine girdikleri zaman rabbini överek tesbih et; O’ndan mağfiret dile. Çünkü o, tövbeleri çok kabul edendir.” ( NASR SURESİ_1-3)

ZAFERLER
Hevazin ve Sakif kabileleri pek çok müttefik kabileyle Mekke üzerine harekete geçti. Huneyn vadisine konakladılar. Haberi alan Peygamber (s.a.v) düşman üzerine yürüdü.
Müslümanlar onikibin kişilik bir orduya sahiptiler. Huneyn dar geçit ve gizli yolları bulunan inişli-çıkışlı bir vadiydi. Düşman okçulukta oldukça maharetliydi. Vadinin uygun yerlerine mevzilenmişlerdi.
Müslümanların vadiye girişiyle düşman saldırısı başladı. Beklenmedik saldırı karşısında müslüman ordusunun düzeni bozuldu ve birçok müslüman kaçmaya başladı. Kur’an-ı Kerim konuyu şöyle işliyor:
“ And olsun ki Allah size çok yerlerde, Huneyn gününde de yardım etmişti. Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti, sonunda bozularak arkanızı dönmüştünüz (kaçmaya başlamıştınız).” (TEVBE SURESİ_25)
Peygamber ( s.a.v)’in sakin oluşu ve verdiği emirlerin yerine getirilmesiyle kaçmakta olan müslümanlarda geri döndü ve düşman üzerine taarruza geçtiler. Tabi ki ilahi yardımı söylemeden geçemeyiz. Yine Kur’an-ı Kerimde kunu ile ilgili:
“ Sonra Allah Rasulüne ve mü’minlere güvenlik verdi, görmediğiniz askerler indirdi ve kafirleri azaba çarptırdı. İşte kafirlerin cezası budur.” ( TEVBE SURESİ_26)
Müslümanlar ilk defa düşman üzerine kalabalık bir ordu ile harekete geçmişlerdi. Bu da müslümanlar arasında bir rehavete sebep olmuştu. Ellerindeki techizata güvenleri Allah’a olan tevekküllerinde az da olsa bir gevşemeye sebep oldu. Böylece savaşın bu şekilde cereyan etmesi müslümanlara unutamayacakları bir ders olmuştu.
Gerçek şu ki; zafer de, mağlubiyette Allah (c.c.)’tandır.
Daha önceki derslerimizdende hatırlayacağınız gibi müslümanların Medine’ye gelişiyle yahudilerle olan ilişkileri de başlamıştı. Aralarında anlaşma yapmışlar ve Medine şehrini beraber savunma kararı almışlardı. Ama yahudiler her zamanki gibi verdikleri sözde durmamış ve müslümanları arkadan vurmayı kendi üzerlerine vazife görmüşlerdi.
Rasulullah (s.a.v) önce Beni Kaynuka kabilesi meselesini çözdü. Onlardan Medine’yi terk edip Suriye’ye yerleşmeleri istendi. Sonra Beni Nadir kabilesinden Medine’yi terk etmeleri istendi. Onlar ki peygamber (s.a.v)’i zehirlemeye teşebbüs etmişlerdi. Ayrıca Beni Kureyza kabileside Hendek Savaşı sırasında müşrüklerle işbirliği yapmışlardı. Savaş bitince bu kabileye karşı yapılan bir aylık muhasaradan sonra teslim oldular.

Haybere giden yahudi kabileleri müslümanlara olan kinlerini sürdürdüler. Mekkeli müşrikleri desteklediler. Tüm bunların karşı Peygamber (s.a.v) efendimiz harekete geçti ve hicretin yedinci yılı muharrem ayında bindörtyüz kişilik bir orduyla Hayber üzerine yürüdü.
Yirmi günlük muhasara sonunda Hayber fetholundu.
Savaşta yahudiler özellikle güçlü kalelerine güveniyorlardı. Ama Allah’ın yardım ettiği bir ordu karşısında hangi kale, hangi gemi, hangi ülke ayakta kalabilir ki.
Cenab-ı Hak (c.c.) Kur’an- Kerim’inde müslümanların kazandığı zafere şöyle değiniyor:
“Kitap ehlinden olanlara yardım eden (kureyza yahudi) lerini de kalelerinden indirdi ve kalplerine korku düşürdü. Bir kısmını öldürüyordunduz, br kısmını da esir alıyordunuz. Topraklarını, evlerini,mallarını ve henüz ayak dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadirdir.”(AHZAB SURESİ_26-27)
Feth suresinde de şöyle geçmektedir:
“yine onlara alacakları birçok ganimetler bahşeyledi. Allah aziz (üstün) dir, hikmet sahibidir.” (Feth suresi_19)

VEDA HACCI
Hicretin onuncu yılında Rasulullah (s.a.v) son haccının hazırlığını yapmaktaydı. Allah’ın dininin vahyi tamamlanmış ve İslam bütün arap yarımadasına yayılmıştı. Rasulullah (s.a.v) artık mukaddes görevini tamamlamıştı.
Rasulullah (s.a.v) tevhid inancını ve hesap gününün önemini vurguladı. Müslümanların can, şeref ve mülkünün kudsiyetini anlattı. Kadın haklarından ve faizin haramlığından önemle bahsetti.
Ve müslümanlara Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerimi ve kendi sünnetini bıraktığını söyledi. Müslümanlşarın bu ikisine sımsıkı sarılırlarsa hiçbir yanlışa düşmeyeceklerini açıkladı.
Şimdi isterseniz bu güzel hutbeyi işleyelim.
“Ey insanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
İnsanlar!
Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.
Ashabım!
Muhakkak Rabbiniz’e kavuşacaksınız. O da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden onra eski sapıklıklara dömeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birine ulaştırmış olur.
Ashabım!
Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin. Biliniz ki, faizin her çeşidi haramdır. Allah öyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz Abdülhamid’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir. Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım!
Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları datamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülhamid’in torunu İyas bin Rabia’nın kan davasıdır.

VEDA HUTBESİ
Ey insanlar!
Muhakkak ki, şeytan, şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz, bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.
Ey insanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu Allah’ın emri ile kendinize helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız;yatağınızı hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırsa, Allah size, onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa, hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü’minler!
Sze iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’an- Kerim ve Peygamberi (s.a.v)’nin sünnetidir.
Mü’minler!
Sözümü yi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanıın kardeşidir ve böylece bütün müslümanlar kardeştirler. Bir müslümana kardeşinin kanı da, canı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğuyla vermişse o başkadır.
Ey inanlar!
Cenab-ı Hak (c.c.) her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzüm yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyetler varduır. Babasından başkasına soy idda eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Cenab-ı Hak (c.c.), bu gibi insanların ne tevbelerini ne de adalet ve şehadetlerrini kabul eder.

Ey insanlar!
Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arab’ın arab olmayana, arab olmayanın da, arab üzerine hiçbir üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olnınız, ondan en çok korkanınızdır.
Azası kesik siyahi bir köle, başınıza amir olarak tayin edilirse, sizi Allah’ın kitabıyla idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
Dikkat ediniz!
Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar,
Lailahe illalah deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.
İnsanlar!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?
Sahabe-i Kiram hep birden şöyle dediler:
“Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatta bulundunuz diye, şehadet ederiz”
Bunun üzerine Rasululah (s.a.v) efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonrada cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:
“Şahid ol, ya Rab! Şahid ol, ya Rab! Şahid ol ya Rab!”
Rasulullah (s.a.v) Veda Haccı’ndan döndü. Aradan birkaç ay geçince şiddetli bir hastalık ateşi hissetti. Hastalık artınca Rasulullah (s.a.v) dğer hanımlarının izniyle Hz. Aişe (r.a.)’nin evine geçti.
Abdullah ibn-i Mesud (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v)’de olan ağrıyı şöyle dile getiriyor:
“Rasulullah (s.a.v)’ın yanına girdim. O, hastalık ızdırabı içerisindeydi. Ben elimle kendisine dokunup dedim ki:
-Ey Allah’ın Rasulu! Şiddetli bir ızdırap içerisindesiniz. Rasulullah (s.a.v):
-Evet sizden bir kişinin çekebileceği ızdırabı çekiyorum, buyudu.

EN YÜCE DOSTA
Abdullah ibn-i Mesud (r.a):
- O halde senin için iki ecir vardır, dedi.
Rasulullah (s.a.v) :
-Evet. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki; yeryüzünde hiçbir müslüman yoktur ki, ona hastalık veya başka bir sıkıntı isabet etsinde Allah, onun günahlarını, ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmesin, buyurdu.
Rasulullah (s.a.v)’ın hastalığında çektiği ızdırab ibn-i Mesud (r.a.)’unda söyldiği gibi normal insanın çekeceği ızdarabın iki katı idi. Hastalığı gittikçe şiddetlenen Rasulullah (s.a.v) efendimiz önce Hz. Ebu Bekir hakkında şunları söylemiş;
“ Bu mescidde Ebu Bekir (r.a.)’in kapısı müstesna, her kapı kapanmıştır. Sohbet ve arkadaşlıkta, Ebu Bekir (r.a.)’den daha faziletli hiçbir kimseyi tanımıyorum. Ben Allah’ın kullarından birini dost edinecek olsaydım, hiç şüphesiz Hz. Ebu Bekir (r.a.)’i dost edinirdim. Fakat Allah, kendi huzurunda bizi toplayıncaya kadar bir din kardeşliği ve sohbet vardır.” Buyurmuştur.
Sonra da müslümanlara namaz kıldırması için Hz Ebu Bekir (r.a.)’i görevlendirmiştir.

VASİYYET
Ensar (r.a.) der ki:
“ Ölüm yaklaşınca Rasulullah (s.a.v)’ın yaptığı umumi vasiyyet şu idi:
-Namaza ve elinizin altında olanlara dikkat ediniz.”
Hz. Aişe (r.a.) Rasulullah (s.a.v)’ın son dakikalarını anlatarak şöyle diyor:
“ Rasulullah (s.a.v)’ın önünde, içinde su olan büyük bir kab vardı. Elini suya sokuyor, ıslak elleriyle yüzünü meshediyor ve sonra da şöyle diyordu:
En yüce dosta, en yüce dosta!
Ruhunu teslim edinceye kadar bunu söylemeye devam etti.”
Rasulullah (s.a.v) hicri onbirinci yılın ( risaletin yirmiüçüncü yılı) Rebiülevvel’in onikisinde Pazartesi günü vefat etti. (m. temmuz_633)
Allah’ın rahmeti ve selamı O’nun ve yolundan gidenlerin üzerine olsun.

SONSÖZ

Bu güne kadar Rasulullah (s.a.v)’ın hayatını, insanlara yapmış olduğu büyük etkileri, müslüman olsun veya olmasın insanların O’nun hayatı hakkındaki görüşlerini sunduk. Hepsinin vardıkları ortak sonuç şu ki; O’nun eşsiz bir insan olduğu gerçeği.
Ve şunuda söylemeden geçemeyeceğim ki bizim O’nun ümmeti olduğumuzu unutmamamız gerekir. Hayatının her safhasında bizi düşünen ve bizim için dua eden bizim selamete çıkmamız için her türlü meşakkate katlanan, bütün zorluklara göğüs geren bir peygamberin ümmeti olduğumuzu unutmayalım.
Çok kıymetli bir hocamızın (mekanı cennet olsun); “O’nun ümmeti olmak için ne kuyrukta bekledik, ne de kura çektik.” sözleri kulağımıza küpe olsun istiyorum. Ve yine hocamızın dediği gibi böyle bir peygambere ümmet olduğumuz için ne kadar çok Allah’a şükretsek azdır.
Tüm bu anlattıklarımızın ışığı altında dünya ve ahiretimizin afiyet içerisinde geçmesini istiyorsak, iki cihan sultanı Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolundan ve izinden ayrılmamamızın bir şart olduğunu yineliyorum.
Ramazan bayramınızı kutlar, afiyet içerisinde yaşamanızı Cenab-ı Hakk’a niyaz ederim.

SİRET ANSİKLOPETİSİ’NDEN DERLENMİŞTİR / Inkılap Yay.
(Derleyen: AHMET DUMAN)

Giriş & Kaydol
Muhtarımız

Namaz Vakitleri
Sohbet Bölümü


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol