ruh
RUH
İnsana hayat veren ve onu, düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddî olmayan, ölümsüz varlık Can, nefes, öz, nefis, ilham, vahiy, cebrail vb
anlamları vardır
Rûh kavramının, insanın yaşam ve var oluşuyla ilişkilendirilmiş bir şekilde tarih boyunca üzerinde durulmuş, mahiyeti hakkında çeşitli açıklamalar getirilmiş ve tezler ileri sürülmüştür Ancak, rûhun madde dışı bir yapıya sahip olması onun tanımlanmasını imkânsız kılmakta ve ileri sürülen görüşleri askıda bırakmaktadır
Bazılarına göre rûhlar latif cisimlerdirler ve vücuttaki damarlar vasıtasıyla bedende dolaşan ve ona hayatiyet kazandıran havaî varlıklardırlar Pnevma denilen ve maddî olarak düşünülen rûh, birçok felsefi ekole göre bedeni sadece ayakta tutan hayat kuvvetinden ibaret sayılmayıp, bizzat nefsin kendisidir (Paul Janet-Gabriel Seaille s, Metalib ve Mezahib, çev
M
Hamdi Yazır, İstanbul 1978, 145; ayrıca bk
Ali et-Tehanevî, Keş-Şafu İstilahatı'l-funun, İstanbul 1984, I, 541)
Bununla birlikte çok eskilerden beri, maddî özelliklerden tamamen somutlanmış bir rûh kavramının varlığı değişik topluluk ve kültürlerce kabul görmüştür
İnsanlık tarihi boyunca, cismanî cesetten farklı, onun içine yerleşmiş maddesiz ve ölümsüz bir varlığın bulunduğuna inanılmıştır
İnsanlık tarihinin belki de ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevkeden ruh kavramının doğuşunu ilk insanın Allah'dan vahiy alan bir peygamber olmasıyla izah etmek mümkündür Ruh, insanların vahiy çizgisinden sapmalar gösterip, putperest yönelişlere meyletmeleriyle birlikte, değişik anlamları içeren ve tapınma, korku, ümit gibi hisleri harekete geçiren bir doğa üstü varlık haline geldi
İlkel puta tapıcılık dinlerinde, cansız, donuk cisimlerden yapılan şekil verilmiş putlar veya kutsal sayılan diğer cansız varlıklar, hareketsiz oldukları ve yerlerinden kımıldamaya güç yettiremeyecekleri bilindiği halde onlara tapınılır ve onlardan isteklerde bulunulurdu
Bu, çağdaş putperest toplumlarda devam eden bir davranış şekli olarak varlığını sürdürmektedir
İnsanların böyle bir yola sapmalarının sebebi, tapındıkları bu cisimlerde ruhî bir kuvvetin ve yaptırım gücünün var olduğuna inanılmasıdır
Rûh konusunda tarih boyunca temelde iki akım sürekli karşıt doktrinler geliştirerek düşüncelerini ispatlamaya çalışmışlardır Bunlardan biri, maddî âlemin dışındâ maddesiz, manevî bir âlemin ve bu âleme mensup varlıkların mevcudiyetini kabul edenlerin oluşturduğu grup; diğeri de madde dışında başka bir varlığı tanımayan eski tabirle Maddiyyün denilen Materyalistlerin oluşturduğu ekol
Ancak ruhun varlığını kabul eden din ve düşünceler, onun tanımlanması ve mahiyeti hakkında birbirinden oldukça farklı anlayışlara sahip olmuşlardır
Eski Mısırlılarda ve Çinlilerde ikili bir rûh inancı hâkimdi Mısırlılar, ölümden sonra rûh (soluk)'un birinin cesedin yanında kaldığına, tinsel (ruhî) olan diğerinin de ölüler diyarına gittiğine inanmaktaydılar
Çinliler ise insanın ölümüyle birlikte kaybolan bir rûh yanında, ölümden sonra da yaşayan ve kendisine tapınılması gereken üstün bir rûhun (Hun) varlığına inanmaktaydılar
Hintliler ise öldürdükleri düşman savaşçılarının sağ ellerini keserlerdi
Böylece inançlarına göre ölüm sonrası yaşamlarında silah kullanmaları engellenmiş olurdu
Yunan felsefesinde rûh kavramının içerdiği anlam, dönemlere ve felsefe akımlarına göre değişiklikler göstermiştir Epikuroscular ruhun beden gibi atomlardan meydana geldiğini ileri sürerlerken, Platoncular ise, rûhu ilahlarla soy birliğine sahip, madde ve cisimden soyut bir tözsel ilke olarak kabul ediyorlardı
Batı felsefesinde rûh üzerindeki tartışmalar ortaçağ ve sonrasında devam etmiştir
Hristiyanlıktaki ruh anlayışı, antik batının putperest etkisiyle vahiy gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur Meselâ, Allah bir rûh olarak telakki edilir ve Ruhul-Kudüs (Cebrail), teslis inancının bir unsuru olarak Allah'a şirk koşulur
Öte taraftan, İnsanlara ait rûhlar konusunda da birtakım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya atılmıştır
Meselâ, İncil'de "Rûh, rüzgar gibi, istediği yere eser
Rab ile birleşen onunla bir ruh olur" (bk
P
Janet-G
Seailles, a
g
e
, 148) denilmektedir
Bazı dinlerde, ölümsüz olan rûhların bir bedenden başka bir bedene geçtiğine inanılmaktadır Rûh göçü (tenasuh) adıyla anılan bu inanışa göre, ölen bir kimsenin rûhu tekrar başka bir bedenle dünyaya döner ve bu sonsuza dek böylece sürüp gider
Hint inançlarında yer etmiş olan bu düşünce eski Mısır'da da oldukça yaygındı
Onlara göre, kötü rûhlar hayvan bedenlerine hulül ettirilerek iyileşip iyileşmedikleri denenir, iyi rûhlar ise üç bin yıllık bir cennet yaşamından sonra yeniden dünyaya dönerler
Cesedlerin mumyalanmasının sebebi, yeniden dünya yaş----- dönecek olan rûhların kendi bedenlerini bulmalarını sağlamaktır
Bu ilkel rûh göçü inancı günümüzde de kendisine taraftar bulabilmekte ve bazı toplumlarda kitle inancı şeklinde varlığını sürdürmektedir
Eski batı toplumlarının çoğu ruh göçü inancına sahip olmuşlardır Antik Yunan filozoflarından Pythagoras, ruh göçüne inanmakta, Platon ise bilginin önceki yaşamdan kalan bir birikim olduğu iddiasını desteklemek için rûh göçünü delil olarak ileri sürmekteydi
Rûh kavramı hakkında tarih öncesi devirlerden beri süregelmekte olan ve her çağda üstüne yeni bir şeyler eklenen nazariyelerin birer hayal ürünü ve vehimden ibaret olduğu bir gerçektir
(bk
Tenasüh mad
)
Allah Teâlâ, Hz Adem'le başlayan ve Hz
Muhammed (s
a
s) ile son bulan vahiy süreci içerisinde insan oğlunu bir çok gaybî meselede bilgilendirmiştir
Madde dışı âleme dair bilinen bilgilerden sağlıklı ve güvenilir olanı sadece, Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara ulaştırmış olduğu bilgilerdir
Kur'ân-ı Kerîm'de insanı canlı kılan anlamdaki ruhun mahiyeti hakkında hemen hemen hiç bir bilgiye yer verilmemiş olmasından hareketle; ilahî hikmetin, ruhun hakikatini, Allah'ın insanoğluna vermiş olduğu ve bütün bilginin yanında çok cüz'i kalan malumatın dışında tuttuğu söylenebilir
Kur'ân-ı Kerim'de rûh kelimesi değişik bir kaç anlamda kullanılmıştır
Allah Teâlâ, Hz Âdem (a
s)'ın cesedini topraktan şekillendirdikten sonra ona kendi rûhundan üflemiş ve böylece Adem (a
s) hayat kazanmıştır
Yine, insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona kendi rûhundan üflemiş ve onu rûh sahibi canlı bir insan haline getirmiştir: "Her şeyi en güzel şekilde yaratan, insanı önce balçıktan vareden sonra insan soyunu adi bir suyun özünden yaratan, sonra şekil verip düzelten, ona kendi ruhundan üfleyen
O'dur" (es-Secde, 32/7-9); "Hani bir zaman Rabbin melekler: "Ben balçıktan bir insan yaratacağım; Şeklini tamamlayıp rûhumdan üflediğim zaman hemen ona secde edin" demişti" (es-Sa'd, 38/71-72) Ana karnında insan yaratılışının aşamaları ve rûhun ona üfürülüşü hak
ayrıca bk
Buhari, Enbiya, I ; Müslim, Kader, I )
İsa (a
s)'ın babasız olarak yaratılışı anlatılırken de rûh, aynı anlamda kullanılır: "Irzını koruyan Meryem'i de hatırla
Biz ona ruhumuzdan üfledik
" (el-Enbiya, 21/91: Ayrıca bk
Et-Tahrim, 66/12)
İsa (a
s) bundan dolayı rûhullah (Allah'ın rûhu) olarak da isimlendirilmiştir (bk
Buharî, Tefsiru Sûre, 2; Tevhid, 19; Müslim, İman, 322; Ahmed b
Hanbel, III, 368)
Yine ruh kelimesi Cebrail (as)'ın karşılığı olarak kullanılmaktadır
Bu anlamda, "Ruhul-Kudüs" ve "Ruhul-Emin" terkipleri ile geçmektedir: "De ki; "Kur'ânı, Ruhul-Kudüs (Cebrail), Rabbimin katından hak olarak indirdi" "
Meryemoğlu İsa'ya da açık mucizeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs ile te'yid ettik" (el-Bakara, 2/87, 253); "Uyarıcılardan olasın diye, bu Kur'ân-ı açık bir Arapça lisanıyla senin kalbine, "Ruhul-Emin" (Cebrail) indirmiştir" (eş-Şuara, 26/ 193-195)
Bazı âyetlerde de rûh kelimesi ile Allah, Teâlâ'nın vahyi, yani âyetleri kastedilir: "Allah meleklerini, vahyi (ruh) ile, kullarından dilediğine göndererek" (en-Nahl, 16/2; ayrıca bk
el-Mü'min, 40/15; eş-Şûra, 42/52)
Dört âyette rûh, Allah Teâlâ'nın emrine bağlanmıştır (el-İsra, 17/85; en-Nahl, 16/2; el-Mü'min, 40/15; eş-Şûra, 42/52) Rûhu Allah'ın emrine bağlayan ve muhtevasından ruh ile neyin kastedildiği açıkça anlaşılmayan;
"Ey Muhammed! Sana ruhtan sorarlar De ki; "Ruh, Rabbimin emrindendir (O'nun bildiği bir iştir) size ancak az bir bilgi verilmiştir" (el-İsra, 17/85) mealindeki âyet, ruh konusu üzerindeki tartışmaların odak noktasını oluşturmaktadır
Müfessirler bu âyette ruhtan Cebrail'in, İsa (a
s)'ın, Kur'ân'ın ve Hz
Ali (r
a)'a isnad edilen ve fakat doğruluğu çok şüpheli sayılan tuhaf bir yaratık kılığındaki bir meleğin kastedildiği şeklinde değişik görüşler ileri sürmüşlerdir
Kelamcıların ve müfessirlerin çoğuna göre ise bu âyette sorulan ruh, cesede hayat veren şeydir (Kurtubî, el-Cami li Ahkâmil-Kur'ân, Beyrut 1966, X, 323-324; Fâhreddin er-Râzî, Tefsirül-Kebir, XXI, 36)
Görüş sahibi müfessirler, peygamberden, insanı canlı kılan bu ruhun mahiyeti, insan bedeninde gördüğü fonksiyonu, cisimle birleşmesinin şekli ve yaşama olan bağlantısının sorulduğunu ileri sürmüşler ve işte bu şeyin Allah'tan başka hiç bir kimse tarafından bu yönlerinin bilinmediğini kabul etmişlerdir (bk
Kurtubî, aynı yer)
Er-Râzî, ruhun; mahiyetinin kadîm veya hadis (sonradan yaratılıp yaratılmadığı) olduğu, cesedlerin ölümünden sonra bâki mi kaldığı, yoksa onunda fena mı bulduğu; ruhun saadeti ve şekavetinin ne olduğu vb açılarından öğrenilmek istendiğini; Allah Teâlâ'nın da buna cevap olarak: "De ki ruh Rabbimin emrindedir" mealindeki âyeti indirdiğini söylemektedir (er-Râzî, a
g
e
, XXI, 37)
Evet, ruhun yaradılışının Allah Teâlâ'nın en büyük fiillerinden biri olduğunu ortaya koymakta; insanın, varlığı hakkında kesin bilgisi olmasına rağmen, nefsinin hakikatını kavramaktan aciz olduğunu bildirmektedir (Kurtubî, aynı yer)
Kelamcılar insan terimi üzerinde dururlarken, insan olarak isimlendirilen şeyin cesed mi, ruh mu yahut da her ikisi mi olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir İleri sürülen bir takım delillere göre, insan olarak isimlendirilen ve muhatap alınan şeyin görünen bu cesed olmadığı; onun ölümüyle yaşamaya devam eden ruhun insan olarak adlandırıldığı isbata çalışılmıştır
Nassların kesin olarak ortaya koyduğu gibi ruh, cesedin ölümünden sonra yaşamaya devam etmekte; ceza ve mükafat ile muhatap olmaktadır
Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de "Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin; bilakis onlar diridirler; fakat siz farkında değilsiniz" (el-Bakara, 2/ 154) buyurmaktadır
Rasûlüllah (sa
s); Âllah'ın peygamberleri ölmezler
Onlar bir dünyadan ötekine nakledilirler" ve "kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur" buyurmaktadır
Bu ifadeler, insan olarak isimlendirilen varlığın, cesedin ölümünden sonra da yaşamaya devam eden ruhun olduğuna delalet etmektedir
Yani insan bu cesed ve kalıptan başka bir şeydir (Râzî, a
g
e
, XXI, 41)
Her ne kadar ruhun mahiyeti, niteliği, fonksiyonları vb yönlerinin insan bilgi ve idrakinin ötesinde olduğu, bu âyete (el-İsra, 17/85) dayanılarak kabul edilmişse de; bazı âlimler ruh hakkında konuşma hususunda bir sakınca görmemişler ve onu izah etmeye çalışmışlardır
Alusî, ruhun ulvî (yüce), nuranî ve hayat sahibi olan bir varlık olduğu görüşündedir
Ancak ona göre ruh, mahiyet itibariyle duyu organlarıyla hissedilebilecek cisimler gibi değildir
Bu, bir anlamda suyun gül içinde dolaşması gibidir
O, ne hulûlü ve ne de ayrılmayı kabul etmez
Bedende dolaştığı sürece ona bağlı olarak tüm organlara hayat verir
İbn Kayyım el-Cevziyye de aynı görüştedir
Kur'ân-ı Kerim'de; "Rabbın, Ademoğlunun sûlblerinden zürriyetlerini çıkarmış, onları kendi nefislerine şahit tutarak; "Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş, onlar da; "Evet şahidiz, Sen bizim Rabbimizsin " diye cevap vermişlerdi Bu kıyamet gününde, 'Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz içindir" (el-A'raf, 7/172) meâlindeki ayetin tefsirinde âlimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir
Bu görüşler hakkındaki farklılıklar, Allah Teâlâ'nın, insanlara; bu soruyu sormasının ne zaman, insanın yaradılışı ve gelişiminin hangi aşamasında ve ne şekilde olduğu gibi konular çerçevesinde ortaya çıkmıştır
Tirmizî'nin naklettiği bir hadiste Rasûlüllah (s
a
s) şöyle buyurmaktadır: "Allah Teâlâ, Adem'i yarattığında onun sırtını sıvazlamış ve kıyamet gününe kadar Allah Teâlâ'nın onun zürriyetinden yaratacağı her insan onun sırtından düşmüştür
” (İbn Kesîr, Hadislerle Kur'an-ı Kerim tefsiri, Terc
Bekir Karlığa-Bedrettin Çetiner, İstanbul 1985, VII, 3135)
Başka bir hadiste de şöyle denilmektedir: "Allah Teâlâ Adem'in sülbünden Nu'man yani Arafat'ta ahit almıştır
Onun sülbünden yarattığı her zürriyeti çıkarmış, önünde yaymış, saçmış, onlarla doğrudan konuşup;
"Ben sizin Rabbiniz değil miyim? demişti Onlar şöyle demişlerdi: "Evet, biz buna şahidiz
" (İbn Kesir, a
g
e
, VII, 3133)
Müfessirler bu konuda deliller çerçevesinde değişik görüşler ileri sürmüşlerse de, insanların Adem (a
s)'ın yaradılışından sonra topluca yaratılmış oldukları, dolayısıyla "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuyla, ruhların muhatap olduğu sonucu da çıkarılabilir
Nitekim Ubey b
Ka'b'dan gelen bir rivâyette o; "Rabbin Ademoğullarının sülblerinden zürriyetlerini çıkarmış
" âyeti hakkında şöyle demiştir: "Allah Teâlâ, kıyamet gününe kadar ondan olacakların tamamını o gün huzurunda toplamış, önce onları ruh haline getirmiş, sonra onlara şekil vermiş, sonra da onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuştu
(İbn Kesir, a
g
e
, VII, 3136-3147)
Bu rivâyetten açıkça anlaşıldığı gibi, ruhların, anlayan, idrak eden ve kelâma muhatap olup cevap verebilen kişilik kazanmış yapıda yaratılmış oldukları kabul edilmektedir
Ebu Hureyre (r
a) de bu konuda şöyle demiştir: "İlim erbabı, ruhların bedenlerden önce olduğu ve Allah'ın onları konuşturup şahit kıldığı hususunda ittifak etmişlerdir" (İbn Kesir, a
g
e
, VII, 3145)
Rasûlüllah (sa
s)'den nakledilen "Ruhlar toplu cemaatlerdir
Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar da ayrılırlar" (Buharî, Enbiya, I; Müslim, Birr, 159) hadis-i şerifi de ruhların bedenlerden önce yaratılmış olduğuna işarettir (İbn Hacer el-Askalânî, Fethul-Bârî, Mısır 1959, VII, 179-180)
Bedrüddin el-Aynî, bu hadisi şerhederken şöyle demektedir:
"Bu delil, ruhların (cesed için) araz olmadığını, onların cesetlerden önce mevcut olduklarını ve cesedin yok olmasından sonra da var olmaya devam edeceklerini ortaya koymaktadır" (Umdetul-Karî, Mısır 1972, XII, 371) Ruhların toplu olarak yaratıldıkları ve sonra da cesedlere dağıtıldıkları söylenmektedir (a
g
e
, aynı yer)
Görüldüğü gibi alimler, bu konu ile alakâlı âyet ve hadislerin tefsirinde ruhların bedenlerden önce toplu olarak bir defada yaratıldıkları, Allah Teâlâ'nın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Sorusuna muhatab oldukları ve sonra da insanın ana rahminde yaratılmasıyla cesedlere nefhedildikleri sonucuna varmaktadırlar
Ruhun anne karnındaki cenine nefhedilmesi (üfürülmesi), insanın rahimde oluşumu ve gelişmesi hadis-i şerifte şu şekilde ifade edilmiştir: "Şüphesiz sizden birinizin teşekkülâtı annesinin karnında kırk günde toplanır Sonra orada o kadar bir müddette bir pıhtı olur
Sonra o kadar müddette orada bir parça et haline gelir
Sonra, Allah ona bir melek gönderir
Meleşe; "Amelini, ecelini, rızkını, Şakî ve sa'id olacağını yazması şeklinde dört kelime emrolunur
Sonra da ona ruh üfürülür
" (Buhârî, Enbiya, I)
Abdullah b
Mes'ud (r
a)'dan rivayet edilen bu hadis, Müslim tarafından ruhun üfürülmesi, dört emirden önce zikredilerek rivayet edilmektedir (Müslim, Kader, I)
Ruhun ölümlülüğü ve ölümsüzlüğü üzerinde de tartışmalar yapılmıştır Ruh, ölümden sonra nerede kalmaktadır? Her insanın ömrü, Allah tarafından takdir edilmiş olup, ne bir artma ve ne de bir eksilmeye tabi tutulmaz
Allah'ın takdir etmiş olduğu zaman dolunca, ya bir sebeb çerçevesinde ya da sebebsiz olarak insan ölür
Yani, ölüm meleği (Azrail) tarafından ruh kabzolunur, bedenden geri alınır
ölümden sonra ruhun kıyamet gününe kadar geçici olarak kalacağı aleme "Berzah alemi" denir
Berzah âlemi, dünya ile ahiret arasında bir geçiş yeridir ve bu iki alemden de farklı olup, mahivetini ancak Allah Teâlâ bilmektedir
Ancak, Berzah aleminde ceza ve mükafatın ruhlar üzerinde etkili olacağını, "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir şukurdur" (Tirmizi, Kıyâmet, 26) hadisi bildirmektedir
Alimlerin çoğunluğuna göre (ki doğru olan görüş budur), ruhlar beka (süreklilik) için yaratılmışlardır Ezeli değildirler; ancak, ebedidirler, ölen, insanın cesedidir
Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra, kıyamet gününde tekrar bedenine dönünceye kadar, Allah'ın nimet ve azabına muhatap olacağı bir gerçektir
Şehidlerle alakalı (el-Bakara, 2/ 184) âyet buna delalet etmektedir Yine Allah Teala; "Her nefis ölümü tadacaktır" (Alû İmran, 3/185) buyurmaktadır
Nefsin ölümü tatması, bedenin ölümü esnasında ölüm acısını hissetmesi, bedenden ayrılırken acı duymasıdır
Tadmak için diri ve duyarlı olmak gerekmektedir
Nefsin ölümü, ruhun bedenden ayrılmasıdır
Bedenden ayrılan ruh, içinde kazandığı şekli bedensiz olarak sürdürür
Bazı alimler; "Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde bulunanlar, korkudan düşüp bayıldılar Ancak Allah'ın dilediği müstesna" (ez-Zümer, 39/68) meâlindeki âyete dayanarak; kıyamet gününde Allah'ın dilediği bazı kimseler hariç, yerde ve gökte bulunanların hepsinin öleceğini söylemişlerdir
Bu "bayılmak" anlamındaki "sa'k" kelimesini ölüm olarak değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır
Bu doğru değildir
Çünkü Allah Teâlâ; "Orada (Cennette) ilk ölümden başka ölüm tadmazlar" (ed-Duhan, 44/56) buyurmaktadır
Âyet, Cennet ehlinin, dünyada öldükten sonra bir daha ölmeyeceklerini haber vermekte ve ruhun ölümsüzlüğünü dile getirmektedir
Zira, Cennetteki ruhlar, kıyamette tekrar ölselerdi, ikinci kez ölümü tadmış olurlardı ki bu, zikredilen âyete ters düşmektedir
Kurtubî'nin hocası olan Ahmed b Amr şöyle demektedir: "Ölüm, mutlak yokluk değil, bir halden diğer bir hale geçmektir
Şehidlerin Allah indinde diri ve rızıklandırılmakta olmaları, kendilerine verilen nimetten ötürü sevinmeleri de bunu gösterir
Şehidler diri olduklarına göre peygamberler de diri olmalıdırlar
Nitekim Peygamber (s
a
s), Mirac gecesinde, Mescid-i Aksa'da ve göklerde peygamberlerin ruhlarıyla karşılaşmış, onlarla görüşmüştür
Öte taraftan Hz
Peygamber (s
a
s), kendisine selam veren herkese selamını iade edeceğini haber vererek bedeninin ölümüyle, ruhunun ölmediğini ve verilen selam ve salatların kendisine ulaşacağını bildirmektedir
Sûr'a üflendiği zaman, henüz dünyada bulunan bütün canlılar derhal ölürler Fakat, daha önce ölümü tatmış ve bedeninden ayrılmış olan ruhlar ise Sûr'un dehşetinden düşüp bayılırlar
Ruhların içinde Hz
Musa'dan sonra ilk ayılan Hz
Peygamber (s
a
s) olacaktır (Buhârî, Tefsir, 9; Müslim, Fedail, 10, 161, 162)
Bazı düşünürlere göre, ruh maddeden ayrı olup; ne âlemin içindedir, ne de dışındadır Onun bir şekli, biçimi ve kişiliği yoktur
Kimilerine göre ise, ruh, bedenin arazlarındandır
Ruhlar ancak beden ile birbirinden ayırdedilebilirler
Bedenin ölümünden sonra ruh tamamen yok olur
Görüldüğü gibi ileri sürülen bu görüşler birer faraziye niteliğinde olup, dayanaktan yoksundurlar
Bu tür gaybî meselelerle alakalı sağlıklı bilgiler, ayet ve hadislerde verilen bilgilerle sınırlıdır
Ayet ve hadislerde öldükten sonra ruh; çıkma, inme, alınma, dönme, gök kapılarının kendisine açılması gibi fiillerle nitelendirilmektedir: "Ölüm sarhoşluğu içinde bulunan zalimler melekler, ellerini uzatmış ; "Nefislerinizi çıkarınız" (derlerken) onların halini görsen” (el-En'am, 6/93); "Ey mutmain olan nefis! Razı olmuş ve olunmuş olarak Rabbine dön, kullarımın arasına katıl, Cennetime gir" (el-Fecr, 89/27-30); Bu nasslar ruhun bir kişiliğe sahip olduğuna işaret etmektedirler Yine bir âyeti kerimede "Nefse ve onu şekillendirene and olsun” (eş-Şems, 91/97) buyurularak, nefsin düzenlenerek bir şekle sokulduğu ortaya konulmaktadır
Anlaşıldığına göre, muhtemelen ruh, bedene girmeden önce belirli bir şekle sahip değildir ve o durumu hakkında insanoğlunun hiç bir bilgisi yoktur Anne karnında oluşan insan bedenine üflendikten sonra bir kişiliğe sahip olur
Ancak, ruh bedenle birlikte gelişir, olgunlaşır ve bir kişilik kazanır
Zaman, bedeni yıpranır fakat ruh, zamanın yıpratıcılığından etkilenmez
Kişinin iyi işleri, ibadetleri ruhu güzelleştirir, kuvvetlendirir ve olgunlaştırır
Kötü ameller ise ruhu çirkinleştirir
İbn Kayyim el-Cevziyye şöyle demektedir: "Yüce Allah, bedeni ruha kalıp olarak düzeltmiştir
Beden ruhun kalıbıdır
Ruh bedeninden bir şekil alır ve onunla diğerlerinden ayrılır
Ruhun taşıdığı özellikler ve kabiliyetler bedene tesir eder
Bundan dolayı beden, ruhun iyilik veya kötülüğünden etkilenir
Dünyada bedenle ruh kadar birbirine sıkı sıkıya bağlı olan ve birbirini etkileyen başka bir şey yoktur
Bundan dolayı ruh, bedenden ayrılınca, iyi bedende olan ruha; "Ey mutmain nefis, çık!" diye hitab edilir
Kötü bedende olan ruha da "Ey habis nefis, çık" denilir
Yüce Allah "Allah, öldükleri sırada nefisleri (ruhları) alır, ölmeyenleri de uykularından (bedenlerinden alıp kendinden geçirir); sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir
" (ez-Zümer, 39/42) âyetiyle nefislerin alındığını, sonra bazılarının bırakıldığını bildirmiştir
Tutulup bırakılmak, bir ferdiyyeti gerektirir
Hz
Peygamber (s
a
s) de "Ölenin gözü, alınan ruhunun ardından bakakalır" demiş; meleğin kabzolunan ruhun elinden tuttuğunu, bu sırada yer yüzünde benzeri görülmemiş bir koku meydana getirdiğini haber vermiştir
Eğer ruh, bir arazdan ibaret olsaydı, kokusu olmazdı
Çünkü arazın kokusu olmaz, arazın elinden de tutulmaz
Kendisinden koku gelmesi, elinden tutulması, onun insan şeklini koruduğunu gösterir" (İbn Kayyim, Kitabu'r-Ruh, s
46-47)
Hadislere göre kabzolunan ruhlar göklere çıkarılmakta, orada melekler iyi ruhları selamlamakta, nihayet, Rabbin huzuruna sokulmaktadırlar:
"Mü'minin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar Sema ehli "Güzel bir ruh yer tarafından geldi
Allah sana ve yaşattığın cesede salat eylesin " derler
Peşinden onu Rabbine (c
c) götürürler
Sonra "Bunu hududun sonuna kadar götürün" buyurur
Kâfirin ruhu çıktığı vakit, sema ehli; Pis bir ruh yer tarafından geldi" derler ve "Bunu hududun sonuna kadar götürün denilir" (Müslim, Cenne, 17)
İyi amelle beslenmiş ruh, dünyadaki şeklinden daha mükemmel, daha parlak daha nurlu olmakta, ibadeti vücuduna ruh olarak yansımaktadır
Günahlarla bulanmış ruh ise dünyadaki şekline benzemekle beraber çirkin bir hal almaktadır
Yine hadislerden öğrendiğimize göre iyi ruhlar, yeşil kuşlar haline girip, Cennetin ağaçlarına konmaktadır Bu, ruhların, başka şekillere de girebileceğini gösterir
Fakat her durumda ruhlar, birbirinden ayırdedilir
Ve kendi kişiliklerini muhafaza ederler
İbn Kayyim el-Cevziyye ise, ruhların bedenlerden daha net olarak birbirinden ayırdedilebileceğini söylemektedir Bedenlerin birbirine benzemesi, ruhların benzemesinden fazladır
Ruhun, kendisini diğer ruhlardan ayırdedecek özellikleri ve sıfatları bedenin ayırdedici özellik ve sıfatlarından daha çoktur
Mü'min ve kâfirin bedenleri birbirine benzer ama, ruhları farklıdır
İki öz kardeş bedence birbirine benzerler, fakat ruhları asla benzemez
Düşünce ve davranışları çok farklıdır
Bu iki ruh, bedenlerinden ayrılınca, ayrılmaları gayet açık biçimde ortaya çıkar
Yüce ruhlar -ki melaikelerdir- bir beden içinde bulunmadan birbirinden ayırdedildiğine, cinler de yine birbirinden farklı olduklarına göre; bir beden içinde gelişen insan ruhları da elbette birbirinden ayrıdırlar ve ayırdedici özelliklerini korurlar (bk İbn Kayyim el-Cevziyye, Kitabu'r-Ruh)
Akaid kitapları genellikle ruhun, kabirde cesedine döneceğini bildirir Bu inanç "Gerçekten ölü kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekala işitir" (Müslim, Cenne, 17) şeklinde rivayet edilen hadise istinat etmektedir
Bu konuda İslâm âlimlerinin görüşleri şu şekildedir:
a) Ruh, kabirde cesede girecektir b) Cesetten ayrılan ruh, kabirde değil, ancak kıyamette bedene girecektir
c) Cesetten ayrılan ruh, artık hiç bir zaman cesede girmeyecektir İbn Kayyim el-Cevziyye, ruhların kabirlerde cesedlerine döneceğini bildiren bazı hadislere dayanarak, öldükten sonra ruhun, kabirde cesede döneceğini, fakat bu dönüşün, dünyadaki bedene hayat vermesi şeklinde olmayacağını söylemektedir
Ona göre ruhun, bedenle beş türlü irtibatı (ilişkisi) vardır
Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatına benzer
Kabirde ruhun bedene dönmesi, bedenle bizim fark edemeyeceğimiz biçimde irtibat kurmasıdır
İbn Kayyim, bu görüşünü ruhun bedene döneceğine dair naklettiği uzun bir hadise dayandırmaktadır
(bk
el-Cevâhir fi Tefsiril-Kur'ân, IX, 117)
Ruh hakkında âyet ve hadisler dışında ileri sürülen bütün görüşler kabule ve redde açıktır Çünkü mutlak bilgi anlamında bir bağlayıcılıkları bulunmamaktadır
"Sana ruh'tan sorarlar De ki; Ruh, Rabbimin emrindendir
Size ancak az bir bilgi verilmiştir" (el-İsra, 17/85) âyetindeki ruhtan, insanı canlı kılan ruhun kastedilmediğini ve dolayısıyla, insanın ruhu hakkında âlimlerin konuşmalarının câiz olduğunu ileri sürenlerin, ruh hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, hiç bir zaman ruhun mahiyetinin gerçekliği hakkında ne tatmin edici olmuştur ve ne de aklın ve hayalin ürünü olmaktan ileri gitmiştir
Çünkü bilgi verilmeyen konu, tamamıyla gayb alemiyle alakalıdır ve gayba dair bilgileri de Allah'tan başka kimsenin bilmesi söz konusu değildir
Ruh Çağırma Ruhun varlığını kabul eden fakat hakkında sapık ve gerçek dışı bir anlayışa sahip olan kimseler, ölmüş insanların ruhlarıyla irtibat kurulabileceğini ve böylece, gayb âleminden bilgi alınabileceğini ileri sürmüşlerdir Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehaletlerinden istifade ederek menfaat elde etmektedirler
Ruh, Allah Teâlâ'nın emrinde ve denetiminde olan bir varlıktır
Onun insanlar tarafından çağrılıp bazı istekleri yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiç bir dayanağı yoktur
Ömer TELLİOĞLU